GÜÇ SAHİBİ OLMAK VE MAKYAVEL
Sevgili dostlar,
Malum gene seçimler geliyor. Şurada kaldı bir ay kadar süre ve ortalık toz duman. Her seçim ve referandum döneminde olduğu gibi bu seçimleri de dikkatle takip ediyorum. Sadece gazeteleri ve haberleri okumakla kalmıyor, genel başkanlar ve büyük şehir adaylarıyla alakalı yayınlanan tüm videoları da oturup izliyorum. Yeni moda you tube kanalı sokak röportajları da ayrı bir veri kaynağı benim için. Kısacası gene takipteyiz. Adayların beden dillerinden, konuşmalarında kullandıkları kelimelere kadar her tür psikolojik etken şu aralar bana oldukça geniş bir gözlem imkanı sunuyor.
Ee hocam o zaman yazsana siyasi analizlerini falan demeyin canımı boşu boşuna sıkmak şu aralar hobilerim arasında değil. Ancak bir siyasetçiye profesyonel olarak danışmanlık yapıyor veya medya köşesi sahibi olsaydım çok ilginç fikirler verebilirdim.
Neyse konu bu değil geçelim.
Güç ve güç ilişkileri her zaman ilgimi çekmiştir. Bu kapsamda algı yönetimi, siyaset , uluslararası diplomasi, reklam ve halkla ilişkiler, istihbarat ve askeri stratejiler çok küçük yaşlarımdan beri takip ettiğim alanlar. Bu kadar farklı alanlara ilgi duyduğunuz zaman çok geniş bir yelpazede okuma ve izleme de yapıyorsunuz.
Tabi sık sık da "Hocam kitap tavsiyesi verin" soruları alıyorum. Buradaki en büyük problem dünyada bu alanlardaki neredeyse tüm önemli eserler ve yayınlar İngilizce. Tavsiye versem bile çoğu insan zaten okuyamıyor. Bazılarının çevirileri olsa da Türkiye'de çeviri olayı ayrı bir rezalet. Çoğu çeviri lüks tatil otellerinde her şey dahil ayağına bedava verilen portakal suyu veya biraya benziyor. ( O tatsız şeyleri içme gafletinde bulunanlar benzetmemi anlar)
Madem şu aralar siyaset konuşuluyor ve madem güç ilişkileri önemli size tavsiye edeceğim çok önemli iki kitap var. Bunlardan biri bugünkü yazıda anlatacağım Nikola Makyavelli'nin "Prens" kitabıyla bir sonraki yazıda inşallah bahsedeceğim Sun Tzu'nun "Savaş Sanatı" kitapları.
Bu iki kitabı hakkıyla okuyup öğrenin, sırtınız yere gelmez diyeceğim ama tabi belli olmaz bu işler.
Efendim ben bu Makyavelist sıfatına ismini vermiş Makyavel abinin Prens kitabını ilk olarak tıfıl bir lise öğrencisiyken okudum. Sonra üniversitede başka bir baskısını ve İngilizce çevirisi de hatmettim. Daha sonra başka bir kaynaktan açıklamalı ve yorumlu bir çalışmasını da yuttum. Üstüne BBC ve History Channel'da bu kitapla alakalı çok iyi iki belgeseli de inceleme fırsatım oldu. Kısacası biraz kafa yordum bu kitaba. İçinde yazan fikirler de zaman zaman çok işime yaradı ve hala yarıyor.
Hocam kitabı okumaya üşeniriz biz, azıcık özet geçseniz de arkadaşlara okumuş gibi hava atsak diyorsanız tamam diyorum. (Bugün keyifli günümdeyim)
Şimdi değerli dostlar,
Makyavel denen iyi mi kötü mü olduğu hala tartışılan şahsiyet tam 500 sene önce İtalyanın Floransa kentinde yazmış bu kitabı. (aslında tam şehrin içinde değil, şehrin dışındaki üzüm bağları içindeki villasında yazmış bunun nedenini de birazdan anlatacağım)
O dönemlerde İtalya diye bir devlet yok. Ayrı ayrı şehirlerin hepsi bir devlet. Floransası ayrı, Venediği ayrı gibi. Bu devletçiklerin hepsi de birbirinin can düşmanı.Üstelik şehirlerin içinde de türlü zengin aileler türlü türlü entrikalarla başa geçmeye çalışıyor. Bir de bunun üstüne dönemin diğer güçlerinin de müdahalelerini sayarsanız ortalık tımarhane gibi. Zehirlemeler,suikastler her tür iftira ve komplo günlük hayatın parçası olmuş.
İşte Makyavel kardeşimiz bu ortamda Floransa kentinde orta düzey bir devlet memuru. Floransa sarayı içinde her tür entrikaya genç yaşlarından itibaren birebir şahit olmuş.Akıllı da bir adam ve hırslı. Floransa devletinin dış işleri bakanlığı diyebileceğimiz biriminde çalışıyor. Bir ara hırsı aklının önüne geçiyor ve paşa paşa başını sallayıp maaşını alacağına yönetimdeki aileyle siyasi ilişkilere giriyor. Kısacası onların adamı oluyor. Oldukça da yükselip zenginleşiyor.
Gel zaman git zaman meşhur Medici ailesi şehri ele geçiriyor. Bu aile para pul işleri ve sinsilik de şeytana ders verecek seviyede. Uluslararası ticaretten de parayı vurmuşlar. (Floransaya giderseniz her tarafta bu ailenin yaptırdığı türlü binaları hala görüyorsunuz. Zaten Rönesans denen olayda Medicilerin türlü ilim ve bilim insanına şanımız olsun diye verdikleri desteğin önemi büyük. Gittiğiniz zaman Makyavelin şehir merkezindeki heykeli önünde de bir resim çektirin. Ben çektirdim Facebookum da bir yerlerde olacaktı)
Neyse bu Mediciler başa geçince, gel bakalım Makyavel efendi sen bizim devirdiğimiz önceki idarenin adamıydın şimdi burnundan fitil fitil getirelim de gör diyerek, adamımızı zindana atıyorlar ve türlü işkencelerden geçirmeyi de unutmuyorlar. Makyavel kardeşimiz karanlık zindanlarda "Ne olacak benim halim" diye çürürken bir anda şansı dönüyor. Medici ailesi aralarından birini türlü entrika ve rüşvetle Papa yapmayı başarıyor ( Giovanni Medici yani Papa Onuncu Leo hazretleri).
Eh haliyle aile artık "ruhani" olunca biraz iyilik yapalım diyerekten zindana attıkları muhaliflerin fazla önemli olmayanlarını affedip salıveriyorlar. Makyavelde bu arada yakayı zindandan kurtarıyor ancak "Bir daha Floransada seni görmeyeceğiz, buraya ayak basarsan önce bacaklarını kırar sonrada kelleni koparırız" uyarısıyla şehirden sürülüyor.
Ne yapsın garibim, şehrin dışındaki aile evine yerleşiyor ve erken emekli oluyor. Kendini hobilerine, okumaya yazmaya veriyor ve bağ evinde üzümcülük ve şaraplarla uğraşıyor. ( Bu arada bu ev hala duruyor ve yeni sahipleri bağlardan elde ettikleri üzümlerden şarap yapıp Makyavel şarapları markasıyla satıyorlar. Bu İtalyanlar işi biliyor vesselam)
Makyavel düşünüp taşınıyor. Ne yapsamda bu Medicilerin gözüne girsem ve benim ne kadar değerli bir insan olduğumu anlasınlar diyor. İşte bu "Prens" kitabının fikri böylece aklına geliyor. Diyor ki kendi kendine "Şimdi ben ufak bir kitapçık yazayım ve yönetimle alakalı bildiğim her tür entrika ve fikri ortaya dökeyim. Eğer bu kitapçığı şehrin yöneticisi Mediciler okursa benim zekamdan etkilenir ve beni gene saraya alırlar diyor. Yani aslında bu kitap bir tür kişisel reklam.
Kitabı yazıyor. Bastırmak istiyor ama dönemin kilisesi yani Papalık o dönemlerde her kitabı inceleyip basılıp basılmayacağına karar vermekte. Kitabı okuyorlar ve sonrada bu kitap şeytan işi bir şey zinhar kimse okumasın diyerek kitabın basılmasına izin vermiyorlar.
Mediciler de Makyavelin yazılarına pek önem vermiyor.Kitap Makyavelin ölümünden beş sene sonra basılabiliyor.
Yani işe buradan bakarsanız aslında Makyavel büyük bir başarısızlık örneği gibi duruyor.
Makyavel abimiz üzüm bağlarıyla dolu villasında, üzüntü içinde ömrünü tamamladıktan sonra kitap kulaktan kulağa, elden ele dolaşmaya başlıyor ve bir anda patlıyor. Sonraki yıllarda bildiğimiz tanıdığımız krallar ve devlet adamları bu kitabı baş ucu kitabı haline getiriyorlar. Napolyondan tutun Staline oradan eski İngiliz başbakanı Tony Blaire kadar bir çok ünlü şahsiyet bu kitabı yanlarından ayırmıyor. ( Hayır Donald Trump'ın bu kitabı veya herhangi bir kitabı okuduğu sanmıyorum adam doğuştan Makyavel zaten)
Evet kitabın hikayesi bu.
Gelelim içinde ne yazıyor.
Önemli fikirleri şunlar.
Öncelikle Makyavel abim diyor ki sizin ne olduğunuzun önemi yok. Nasıl göründüğünüz önemli. Yani imajınıza dikkat edin diyor. Birisine zarar verecekseniz bir daha size el kaldıramaz hale gelene kadar ezip bitirin, yok öyle iki tokat atıp bırakayım derseniz yaralı düşmanın intikamı acı olur buyuruyor. Yani eğer bir savaşa girecekseniz ya sonuna kadar gidin ama yüreğiniz ve mideniz kaldırmıyorsa bu işlere hiç bulaşmayın nasihatinde bulunmakta.
Aslan güçlüdür ama tuzaklara aklı ermez ve hemen bu tuzaklara düşüverir. Tilki zekidir ama kurtlar karşısına çıktığı zaman onlarla mücadele edecek kadar güçlü değildir. Bu sebeple hem aslan gibi güçlü hem de tilki gibi kurnaz olması gerekir bir yöneticinin diye de eklemiş.
Yönetici olduğunuz zaman herkesin sevdiği bir yönetici olmayın. Çünkü sevgi kalıcı değildir. Bugün sizi çok sevenler yarın çıkarları bozulduğu zaman kanınızı içebilir.O sebeple sevilmek mi yoksa korkulmak mı iyidir diyorsanız Makyavel abi korkulmak her zaman iyidir diyor. Çünkü korku sevgi gibi zamanla azalmaz. Korkan insanları yönetmek çok daha kolaydır sözünün de altını çiziyor.
Amaca giden yolda her şey mubahtır lafı da aslında Makyavel abinin popüler hale getirdiği bir söz. Yani kısaca amacınız netse o amaca ulaşmak için yaptıklarınızın önemi yoktur demekte. Mesela bir futbol takımı başkanısınız ve amacınız şampiyon olup milyonlarca taraftarınızı sevindirmek. Bu yolda şikeyse şike, paraysa para, torpilse torpil her yol eğer sizi amaca götürüyorsa iyidir güzeldir şeklinde bir örnek verebiliriz.
Kitabın kendisini okuduğunuz zaman bunun gibi türlü nasihatlerle karşılaşıyorsunuz. Şimdi bu adama iki türlü bakabilirsiniz. Birincisi "bak şu şeytana millete kötülük ve ifritlik nasihat etmiş" diyerek kitabı çöpe atabilirsiniz. İkincisi "dünyanın ve güç ilişkilerinin gerçeği bu, Makyavel sadece olanı söylemiş. Güç istiyorsanız ve bu oyunu oynamak istiyorsanız bu işin kuralları bunlar. Ben yapamam diyorsanız hiç bu işlere girmeyin" diye de düşünebilirsiniz.
Makyavelin emekli emekli otururken yazdığı "Askerlik Sanatı" diye bir kitabı daha vardır. Pek bilinmez. O kitapta biraz daha teknik konuşmuş. Kitabın aklımda kalan en önemli lafı da şu.
Biliyorsunuz o dönem İtalyanlar Osmanlıya hayranlık ve korkuyla bakıyorlar. Her an bir işgal tehdidi altında oldukları için de Osmanlıyı sürekli inceliyorlar. Avrupa devletlerinin Osmanlı karşısında o dönemlerde neden başarısız olduğu konusunda Makyavel çok ilginç bir tespitte bulunmuş. Diyor ki
"Biz batı ülkelerinde başımızda tek bir kral varmış gibi görünüyor ama nereyse baksak ortalık asilzade, prens, baron, dük, konttan geçilmiyor. Bunların hepsinin kendi orduları ve devletçikleri var. Bu yüzden bir türlü güçlerimizi birleştiremiyoruz.
Ama Osmanlıda bir tek padişah var geri kalan herkes de ona bağlı. İşte bu sebeple sürekli bizi şamar oğlanı yapıyorlar".
İnsan ceddimiz hakkında böyle yazılınca ne kadar gururlanıyor değil mi. Ancak Makyavel bu tespite önemli bir tespit daha ekliyor o da şöyle
"Biz Avrupa devletleri bölük pörçük olduğumuz için bizi işgal etmek belki kolaydır ama elde tutmak zordur. Mesela bizim şehir devletlerinde birisi başa geçti mi ülkeyi idare etmek için bir ton farklı soyluyla,kiliseyle,halkla uğraşmak zorunda kalır ve kısa süre içinde kendisi de devrilip idare başkasına geçer. Ancak doğu ülkelerinde başa geçmek zor olsa da bir kere başa geçen bir daha gitmez çünkü kendisine karşı durabilecek başka bir güç yoktur" diyor. Şimdi alın bu sözü türlü türlü düşünün derim.
Kısacası dünyayı ve güç ilişkilerini anlamak için bu kitabı alın okuyun. Beş yüz sene önce yazılmış olmasına rağmen sanki bugün yazılmış gibi hala güncel fikirler içermekte. Prens kitabını okuduktan sonra olaylara ve güç ilişkilerine biraz daha serinkanlı bakmaya başlayabilirsiniz.
Evet bugünlük de bu kadar. Sonraki yazıda Çin diyarlarına uzanmayı düşünüyorum. Bakalım onlar ne demiş bu ince işlere.
Sevgilerimle
Aydın Serdar Kuru
Acikcasi hayranlıkla onudum ve aydınlandım diyebilirjm.Makyavelli'nin korku ve sevgi arasındaki sozleriyle ilgili yorumlarınız da çok hoşuma gitti ve kendi hayatımdan kesitler de aklıma geldi çok teşekkürler hocam
YanıtlaSil