(Bu hikaye tamamen hayal ürünüdür. Gerçek hayattaki kişiler,
yerler ve olaylarla ilgisi yoktur)
İzmirin Basmane semtinde yağmurlu bir gecede, yıkılmak üzere
olan eski evin yaşanabilecek tek odasında oturan yaşlı bir adam
penceresinden uzattığı sabit bakışlarla aşağıdaki taksiye bakıyordu. Kolundaki
eski saate göre taksi on iki dakikadır evinin karşısındaki sokağın içinde tüm
ışıkları sönük bir şekilde beklemekteydi. İçinde birinin olduğuna dair tek
kanıt derin nefesler çekildiği belli olan ve biri sönmeden diğeri yakılan
sigaranın ışığıydı.
Yaşlı adam taksiyi fark ettiği andan itibaren gözlerini bir
an olsun üzerinden ayırmamıştı. Bu taksinin hiçbir anlamı olmayabilir veya çok
şey anlamına geliyor olabilirdi. Bu yaşına kadar hayatta kalabilmiş olmasını kimi
zaman paranoyaklık derecesine varan dikkatine borçluydu yaşlı adam.
Beş aydır bu köhne mahallede oturan yaşlı adamı tüm
mahalleli “Hasan Dede” olarak tanımaktaydı. Mahallenin bakkalı ve evine su
getiren çocuğun dışında pek kimseyle görüşmez sadece haftada bir defa
mahallenin izbe kahvesine birkaç bardak karbonatlı çay içmeye ve etrafındaki
insanları izlemeye inerdi.
Mahalleli birkaç defa kendisiyle iletişim kurmaya çalışmışsa
da ters cevapları ve suskun halinden rahatsız olup kendi haline bırakmışlardı.
Uzun beyaz sakalları yüzünden Dede lakabı kendisine takıldıysa da bunun dışında
kim olduğunu veya nereden geldiğini bilen hiç kimse yoktu.
Artık başka bir evde oturan ve kendisine miras kalan bu eski
evi kiraya veren kadınsa, Hasan Dedenin hiç aksatmadan her ayın tam on beşinde
suskun bir şekilde kapısına gelip, içinde para olan zarfı kendisine uzatarak
gene hiç konuşmadan ayrılmasına alışmıştı. Zaten bu eski evi başkasına
kiralayacak halleri de yoktu. Evi müteahhitte verene kadar yaşlı adamın evinde
kalmasında problem görmüyordu.
Aslında hem mahallesindeki insanlar hem de ev sahibi kadın
bu yaşlı adamın kim olduğunu bilseler dehşetten ve korkudan isimlerini bile
unutabilirlerdi. Bu zararsız gözüken huysuz ihtiyarın gerçek ismi Zoran
Petroviçti ve mesleği insan kasaplığıydı.
Yugoslavya iç savaşında Sırp ordusunda milis komutanı bir
Albay rütbesinde görev yapmış ve Bosna’nın Srebrenica şehrini kana ve katliama
boğan çetelerden birine kumanda etmişti. Kendine bağlı milis güçleriyle yüzlerce
insanı türlü işkencelerden geçirerek katletmiş ve kendisi de bizzat onlarca
insanı öldürmüştü. Tecavüz edip öldürdüğü kadın ve çocukların sayısını kendisi
bile hatırlamıyordu.
Savaşın bitmesinden sonra Nato kuvvetleri tarafından savaş
suçlusu olarak aranmaya başlamış ancak bölgeyi çok iyi bilmesi ve kendisine
destek olan Sırp faşistleri sayesinde kırsal bölgede her hafta ev değişterek
izini kaybettirmişti. Daha sonrada zamanında kendilerine büyük iyilikler
yaptığı Rus istihbaratı tarafından önce Hırvatistan’a götürülmüş oradan da
Rijeka liman kentinde bir Rus yük gemisinin içindeki konteynere saklanarak
günlerce süren bir yolculuktan sonra Rusya’ya kaçırılmıştı.
Rus istihbaratı FSB, milis savaşında usta olan Albay
Petroviçi gene Albay rütbesiyle eğitmen olarak çalıştırmış ve
özel birliklerine eğitim verdirmişti. Petroviç eğitim sırasında yanlışlıkla bir
el bombasının pimini çekerek üç askerin ölümüne sebep olduktan sonra artık işe
yaramaz bir adam olduğunu düşünmüşler ve “emekliye ayırmaya” karar vermişlerdi.
Tabi Petroviç gibi bir savaş suçlusunun emekliye ayrılması ıssız
bir alanda kafasına sıkılacak mermi ve isimsiz bir mezardan ibaret olacaktı ve
Petroviç bunun farkındaydı. Bunun önlemini çok önceden almıştı. Sovyetler
Birliği döneminde polis müdürü olan ve Sovyetlerin yıkılması döneminde yaptığı
yolsuzluklar ve para karşılığı cinayetler sebebiyle Yeltsin zamanında hapse
tıkılıp hemen ardından gelen Putin tarafından hapisten çıkartılarak terfi
ettirilen bir arkadaşı ona çok yardımcı olmuştu. Verdiği sahte
pasaport ve on yıldır biriktirip altına çevirdiği paralarıyla birlikte turist
kimliğiyle Türkiye’ye kaçmıştı.
Kendisi gibi bir savaş suçlusunun en dikkat çekmeyeceği
yerlerden bir tanesi Türkiye’ydi. Sahte pasaportla girdiği ülkede izini kaybettirip başka bir sahte Türk kimliği bulması zor olmamıştı. Bu
başarısında Sırp ordusunda görev yaparken tanıştığı ve yerden havaya uçaksavar
füzeler konusunda eğitim verdiği PKK örgütüyle yeniden temasa geçmesi ve
onların yardımını alması da etkili olmuştu.
Uzun yıllar Türkiye’de şehir şehir gezdi ve hiçbir yerde bir
seneden fazla kalmadı. Yıllar önce tanıştığı bir Çinli subaydan öğrendiği
beslenme tavsiyelerini sıkı sıkı uygulayıp yirmi yıldır ağzına şeker veya unlu
gıda sokmadığı için bedeni yaşına göre çok dinçti ve pek sağlık sorunu
yaşamadan hayatını devam ettirebiliyordu. Birçok farklı işe girip çalışmış ve
her yerde huysuz ve çok konuşmayan yaşlı adam imajını son derece iyi
yutturabilmişti.
Irağın Amerika tarafından işgal edilmeye hazırlanıldığı bir
dönem Irak’a geçmeyi ve Saddamın milis güçlerinde görev almayı düşündüyse de
bunu gerçekleştiremeden Amerika Irağı işgal etmişti. Eski bir milis subayı
olduğu için bu işgalin tam bir şov olduğunu ve Iraktaki çatışmaların yıllarca
süreceğini öngörmüştü. O sıralarda çalıştığı benzin istasyonunun
televizyonundan Saddam Hüseyin’in Bağdat’taki heykelinin devrildiğini izlemiş
ve anında bunun Amerikan Psikolojik Harp birliklerinin bir tiyatrosu olduğunu
anlamıştı. Irak halkının işgale destek olduğu falan yoktu ve bu savaş yıllarca
sürecekti. Eğer becerebilirse zamanı geldiğinde Irağa geçebilir ve oradaki
direnişe katılabilirdi ancak şimdilik Türkiye’de keyfi yerindeydi.
Bu uzun yıllar Petroviç için sürekli korku içinde geçmişti.
Dünyanın dört tarafında savaş suçlusu olarak arandığını biliyordu üstelik Rusların
da onu aradığı kesindi. Bu yüzden gördüğü her şeyden şüphelenmeyi ve kimseye
güvenmemeyi bir hayat felsefesi olarak belirlemişti. Bazen kapısının önündeki
paspasın sadece duruşunun bozulması bile onun bir şehri terk edip başka bir
yere geçmesi için yeterli sebep olabiliyordu. Her gittiği yerde hayatına
yeniden başlıyor ve bu cehennemi döngü sürekli devam ediyordu.
Albay Petroviç yani Hasan Dede sarı renkli taksinin motorunu
çalıştırıp farlarını açarak kalkıp gitmesini büyük bir rahatlama eşliğinde
izledi. “Yıllar geçtikçe daha da paranoyak oluyorsun Zoran, alt tarafı müşteri
bekleyen bir taksiymiş” diyerek pencereden uzaklaştı ve minik evinin mutfak
olarak kullandığı kısmına geçerek buzdolabını açtı. Gizemli taksi yüzünden
akşam yemeğini yiyememişti ve kurt gibi açtı. İzmir’in havası ona çok iyi
gelmişti ve kendisini çok sağlıklı hissediyordu. Eğer dikkat çekmemek için
bıraktığı beyaz sakalı olmasa yakışıklı bile denebilirdi.
Eski günlerdeki gibi kudretli milis komutanı olsaydı bu
geceyi güzel bir esir Boşnak kızla geçirmek harika olabilirdi. Sık sık o eski
günleri özlüyordu ve yaptıklarından hiç birisi için pişman değildi. Tek
pişmanlığı savaşı kaybetmeleriydi.
Petroviç dolaptan içinde dün yaptığı ıspanak yemeği olan tencereyi
çıkardı ve ocağın üstüne koydu. Ocağın gazını açtı ve çakmağın düğmesine bastı………………………………
Ertesi gün yerel gazetenin üçüncü sayfasında İzmir’in
Basmane semtinde eski bir evdeki mutfak tüpünün patlaması sonucu hayatını
kaybeden yaşlı adamın küçük bir haberi vardı.
Haber metnine yarı yanmış nüfus cüzdanından alınan suratsız,
aksi bakışlı ve beyaz sakallı bir dedenin resmi eşlik etmekteydi.
İki gün sonra
bu gazetelerden bir tanesi Rusya’nın Moskova şehrindeki Lubyanka meydanında
bulunan dev binanın içindeki eski büyük
masanın üzerinde, birazdan dosyalanıp arşive kaldırılmak üzere yerini almıştı.
Aydın Serdar Kuru
Yorumlar
Yorum Gönder